Türkçeyi Hissediyorum, ODTÜ Geliştirme Vakfı Özel Lisesi’nin “Türkçeyi Hissediyorum.” projesine ait bir web günlüğüdür. Proje, yurt dışında doğan, yaşam, bilgi ve deneyimleri yaşadıkları ülkenin diliyle biçimlenen “üçüncü kuşak”tan bir grup gence, dil aracılığıyla ulaşmayı; onlara, Türkçenin söz varlığını ve anlatım zenginliğini hissettirmeyi hedeflemektedir.

04 Nisan 2010

"... bir gül inceliğiyle titreyen üzüntülü çehre"


"Duvardaki oymaları uzun uzun seyrediyordu. Bu ufak tefek şeyler hep Nihal'in yanında, işte şurada yeşil kalpaklı lambanın altında geçirilen sevgi dolu saatlerin ürünleriydi.

Adnan Bey elini uzattı, masanın üstünden daha bitirilmeyen Nihal'ın oyma çehresini aldı. Bu henüz bitirilmemişti; henüz ne saçlarının simasını ipekten bir çerçeve içine alan dalgaları, ne de zayıf çehresinin hasta süzgünlüğü belliydi. Ama o, yüzüne baktıkça kendisine ağlamak isteğini veren hasta simayı şu belirsiz çizgelerin arasından tam bir açıklıkla görüyordu.

Ah! Nihal’in o yaşamaktan yakınıyor zannolunan sarı, sarılığında uçucu bir pembeliğin aldatıcı neşeleri hemen solacak bir gül inceliğiyle titreyen üzüntülü çehresi! O hasta iken sizi yalancı gülmeleriyle aldatmaya, çevresindekileri yapmacık bir mutluluk İçinde kandırmaya çalışan, derinliklerinde hasta ruhu ağlarken gülen gözleri! Bunları bütün anlamlanyle görüyordu. O zaman kızının hastalıklarını, o sinir bunalımlarını ta ensesinden başlayarak haftalarca süren baş ağrılarını hatırlıyordu.

Birden, karşısında, Nihal'in bu üzüntülü simasını ağlayarak kendisine bakıyor zannetti. Bir dakika içinde hayatından bugünün silinmiş olmasını istedi. Evet, bugün, silinmiş olmalıydı. Bugün de bütün diğer günler gibi sonuç vermeyen mücadelelerle geçmeliydi. Mağlup olmamalıydı. Ama şimdi yapılmış olan müracaat geri alınmayacak bir adım gibi görünüyordu. Onu değiştirmeye, geçilmiş olan yoldan dönmeye imkân bulmak aklına gelmiyordu. O ağlayan hasta çehrenin arkasında diğer bir çehre, siyah saçlarıyle, uzun kaşlarıyle, iri baygın gözleriyle, şiir ve gençlik dolu bir çehre ona çıldırtıcı gülümsemelerle ilgisini belli ediyordu."(Halit Ziya Uşaklıgil,Aşk-ı Memnu)

Servet-i Fünun, hep gecede yaşayan ama inadına hep gündüzü arayan bir anlayış... Derin bir yorgunluk var bu arayışta ama yıllar direnme gücünü de arttırmış. İğne ucu büyüklüğündeki umut ışığı aydınlatmaya yetiyor yürekleri. Ölümcül bir hastanın umuduna benzer Serveti Fünun. Sarı benizli, halsiz, ama yinede gururlu, göstermez bu bitkinliğini. Aynı Halit Ziya Uşaklıgil’in Nihal’i gibi…

Halit Ziya Serveti Fünun’u o kadar çok doldurmuş ki Nihal’in içine bu akımın bütün ayrıntılarını onda görmek mümkün. Ah Nihal… Titreyen gülümseyişiyle adeta gözyaşını haber verir. Dalından koparılmış Sarı bir güldür, ürkek, hasta, solgun… Nihal’in yüzündeki tüm ayrıntıları anlatır bizlere Halit Ziya. Öyle gerçek bir duyarlılıkla anlatır ki omuzlarınızda bir ağırlık hisseder, melankolik bir havaya bürünürsünüz fakat yine içinizdeki umut ışığını en derinlere saklamayı başarırsınız, kimse zarar veremesin diye.(Neslihan)

Servet-i Fünun’cular genelde içine kapanık, baskılı, iç karartıcı bir şekilde yazarlar. Umutsuz, yenik gibidirler. Bu tarzı yazılarından rahatlıkla yakalayabiliriz. Aşk-ı Memnu'yu okumaya ilk başladığınızda çok ağır bir dili olduğu dikkatlerden kaçmaz. Bu ağır dilin içerisinde ayrıntılar bazen bizi sıkacak düzeye gelse de gözümüzde daha rahat ve olduğunca ayrıntılı bir şekilde canlanması içindir bu çaba. Betimlemeler her olaydan sonra her ifadeden sonra göze çarpar. Yalnızca insanları betimlerken değil, olayları betimlerken de kullanırlar. Serveti Fünun’cular yeniliklere açık ve Batılılaşma çabası içindedirler. Bununla beraber "sarı" kelimesine kendilerine has bir anlam katarak, Batılı insanlara benzetmişler ve ayrıca hastalıklı, solgun anlamlarını katmışlardır. Nihal karakterinin sarışın olması, onun hastalıklı her an başına bir şey gelebilecek, narin anlamlarında kullanmışlardır. Bir kelimenin onlarca farklı anlama gelebildiği zengin denilebilecek bir dilleri varıdır. Bunu yalnızca “sarı” kelimesinde görmeyiz; ancak en belirgin örneklerden birisi olarak gösterebiliriz. Dönemin dili her ne kadar ağır olsa da, okuması zevkli, biraz melankolik, içine kapanık, Batılılaşma çabası içinde bir geçiş dönemi yazarına göre oldukça başarılı bir romandır. (Beril)