Türkçeyi Hissediyorum, ODTÜ Geliştirme Vakfı Özel Lisesi’nin “Türkçeyi Hissediyorum.” projesine ait bir web günlüğüdür. Proje, yurt dışında doğan, yaşam, bilgi ve deneyimleri yaşadıkları ülkenin diliyle biçimlenen “üçüncü kuşak”tan bir grup gence, dil aracılığıyla ulaşmayı; onlara, Türkçenin söz varlığını ve anlatım zenginliğini hissettirmeyi hedeflemektedir.

04 Mart 2012


1-Aşağıda verilen deyimlerin anlamlarını açıklayıp birer cümlede kullanınız.

A-Ekmeğine yağ sürmek 



Açıklama: birine/bir işe yardımcı veya faydalı olmak, işine yaramak



Örnek Cümle: Bu hafta yine Beşiktaş berabere kalarak Galatasarayın ekmeğine yağ sürdü.



B- Aba altından sopa göstermek

Açıklama: tehdit etmek (gizli)



Örnek Cümle: İran;  İsraele aba altından sopa gösterdi.



C- Kim kime dum duma

Açıklama: kimse kimsenin umrunda değil, herkes birbirine karşı duyarsız



Örnek Cümle: Kimse kimseyi dinlemiyordu moderator yetersiz kalmısdı. Konusmacılardan biri bu kim kime dum duma ortamdan one minute diye bağırarak sukunet sağladı.



C- Gözü açık gitmek

Açıklama: arzusuna ulaşamadan ölmek



Örnek Cümle: Hep cocukların birisinden doktor olmasını isterdi bunu göremeden gözü açık gitti.




2- Aşağıda birinci sütunda verilen deyimleri, ikinci sütunda verilen açıklamalarla eşleştiriniz. Uygun harfleri ilgili kutucuğa yerleştiriniz.

1.
Deyimler
2.
Anlamları
A
Ekmeğine kan doğramak
C
Parasını bitirmek, zarar edip batırmak.
B
Eli uzun
E
Hiç parası olmamak
C
Sermayeyi kediye yüklemek
F
İlerlemeyen, gereksiz bir işle uğraşmak.
D
Leyleği havada görmek.
D
Çok gezmek.
E
Meteliğe kurşun atmak
A
Bir kimseyi acılar, gözyaşları içinde bırakacak davranışta bulunmak.
F
Pösteki saymak
B
Fırsat buldukça öteberi aşıran.

3-Aşağıdaki tümcelerde “ağız” sözcüğünün, kullanıldığı yerlere göre kazandığı anlamları altındaki kutucuklara yazınız.



Ağızları kopmuş bir çay takımının arasına gizlenmiş, koyu renkli bir cildi oradan alarak bana uzattı.”

Cay bardağın ağzı x




“Yemek yerken sürekli ağzını şapırdatması sinirime dokunuyordu.”


Ağız (asıl anlamı; insan organı)




Ertesi gün bazı gazeteler, bu haberi,  yarı resmî bir ağızla yalanladılar.”


Konuşma biçimi/türü

Anlaşılmaz, garip köylü ağızlarıyla konuşuluyordu.


Şive – dil (ağız)




Düne kadar Türkiye ekonomisinin kırılgan olduğunu söyleyen piyasa profesörleri, bugün gerçekleri görerek ağız değiştirdi.

F

fikir değisdirmek/ konuşma biçimi değisdirmek/ tavır

 




4-Aşağıdaki tümcelerde “bırakmak” sözcüğünün kazandığı anlamları, boşluklara yazınız.

     

a.Kitapları şuraya bırak    yerleşdirmek, koymak
b.Ablası, okulu bırakmış   terk etmek.
c.Sigarayı ben de bıraktım vazgecmek
d.Beni sınıfta bırakamazsınız artık   geride kalmak x



5- Aşağıdaki metinlerde altı çizili sözcüklerin, metinde hangi anlamda kullanılmış olduklarını sözlük kullanmadan yazınız.



a)“Turna katarları geçiyordu gölün üstünden, gölgeleri maviye düşerek. Van Gölü günün her anında bir renk cümbüşüne yunup arınıyordu. Bir bakmışsın göl bir anda som turuncuya kesmiş, bir turuncu şimseği gün doğudan girmiş, günbatıdan çıkmış. Bir turuncu düşü gibi. Ve peri kızının başı turuncu şimşeğinin, dalgasının üstünde. Bir bakmışsın gölün bir ucundan bir mor şimşeği girmiş, bütün gölü som mora boyayarak öteki uçtan çıkmış, ak köpüklü dalgalarla bütün gölü sürükleyerek Süphandağı’nın oralardan çekmiş, ağzına kadar çiçekle, turnalarla dolmuş Patnos Ovası’nda durup kalmış. Bir bakmışsın göl som kırmızı çalkalanıyor, bir yanı dupduru bir maviye keserek…”

(Yaşar Kemal, Kimsecik)





Katar: sürü

Cümbüş: eylence/ buluşma, çeşit

Yunmak: yıkanmak

Som: güclü, yoğun



b) “Tanyerleri ışıdı ışıyacaktı. Deniz sütlimandı, apaktı. Küreklerin şıpırtısından başka ses yoktu. Martılar daha uyanmamıştı. Gün doğmadan önceleri, dünya dümdüzken, deniz işte böyle sonsuz bir aklığa keser.

Poyraz Musa dün akşamdan bu yana hemen hemen hiç soluk almadan, ince, telaşsız bir uyumla kürek çekiyordu. Kimi zaman belli belirsiz bir yel esiyor, sonra yitiveriyordu. Delikanlının ter kokusuna küreklerden gelen deniz kokusu karışıyordu. Yorulmuştu ya aldırmıyordu. Denizin de apak kesildiğini görünce avuçlarının acıdığını, yorgunluğunu, her şeyi unuttu. Seher yeliyle birlikte içine, onu alıp uçuran bir sevinç geldi oturdu. Akşamdan beri sanki kürek çekmiyormuşçasına birden canlandı, küreklere asıldı, altındaki kayık uçuyordu. Deniz daha sütbeyazdı. Kayık, kürekler, gökyüzü, yıldızlar da apaktı. Poyraz Musa da tepeden tırnağa apaktı. Karşı dağların ardı aydınlanınca deniz menevişledi. Denizin üstünde çok mor, çok turuncu, çok yeşil, çok sarı, çok kırmızı ışıklar kaynaşmaya başladı. Poyraz Musa, başını kaldırıp karşıya bakınca az ilerdeki adayı gördü, hızını kesti, kayığı durdurdu, ayağa kalktı, kollarını açtı, derin bir soluk aldı, kayık sağa sola hafiften sallanıyordu. Bir tansıkla karşı karşıyaydı. Ada pespembe bir ışığa batmıştı. Pembe ışık denize yansımış inceden dalgalanıyordu.”              (Yaşar Kemal, Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana, Bir Ada Hikayesi 1)



Sütliman: sakin ve düz



Meneviş: farklı bir hale bürünmek x



Tansık: mucize, doğa üstü bir şey





c)“Toplandı, önce dudağı geldi eski yerine; ama gözlerinde o bulaşıklık güç arındı. Okuması kötü değil. Ben gözlerine bakı­yorum. Yeşil, yeşil ya, çipil bir yeşil bu. Tatsız. Nasıl denir? İşte kurbağa yeşili, soğuk. Ergenlikleri de var. İnce keskin dudakla­rı. Ne çirkin çocuk. Çirkin ama bir çocuk körpeliği var onda, ya da bir genç erkek duyarlığı. Bacağımı ondan yana uzatsam di­yorum. Uzattım. Kıpırdarken dizi bacağıma süründü. Bir keli­meyi yanlış okudu.

   İyi bak o kelimeye, dedim.

“Düzeltti. Yüzüne kan çıkıyor. Şimdi kalksam, arkasına geç-sem, kitaba eğilsem, göğsümü sırtına bastırsam. Kıpırdamıyo­rum. Ağır bir hava var odada. Oysa ilkyaz daha. Bungun, ağır, sıkıntılı bir hava bu. Necati hep okuyor. Kurbağa sesi gibi. Na­sıl da benziyor kurbağaya. Bir tiksinti, bir bulantı kabarıyor içimde. Kendimden iğreniyorum. Ses kesildi.

Kalktım pencereyi açtım. Şu sıkıntılı hava dağılsın.                                 (Yusuf Atılgan, Evdeki)



Bulaşık: belirsiz, caresiz x

Çipil: cıvık, sönük, kirli

İlkyaz: yazinin başı x

Bungun: sıkıntılı, yorgun

d) “Ölümünün üzerinden şu kadar yıl geçmişti. Geceleri -geç vakit- odama girdiğimde duyarlığımın titreyerek, ürpertiyle beklediği bilinmez bir çıtırtı, yürürken kağşayan döşeme tahtalarının çıkardığı belirsiz bir inilti, birdenbire, kocaman bir korku gibi, saklandığı yerden çıkarıyor, yeniden yaşatmaya başlıyordu onu. Karanlık, onu daha da duyulur, görülür kılıyordu sanki. Bunu önlemek için eve girince oda kapısının önünde bir an bekliyor, sonar kapıyı açar açmaz ilk işim, gözlerimi yumup kapının girişindeki elektrik düğmesine basıp ışığı yakmak oluyordu. Biraz bekledikten sonar yüreğimin delice atışları arasında, onsuz olmasını dilediğimi odayı –evet- onsuz buluyordum.”   (Erdal Öz, Odalarda)



Duyarlık: hassas





Kağşamak: esnemek x





e) “Saçmalıyordum. Sürücünün filmini şıpın işi çevirmiştim ya, şimdi de kaset üzerine sabukluyordum. Oysa o sabaha dek –haydi, düşleri saymayalım- kendimi akıllı uslu bir adam bilmiştim. İş işten geçecekti ama-biri kulağıma fısıldıyordu sanki- kötülükten –her neyse o- korunmanın bir yolu vardı belki. Kaseti, bakmamın beklenebileceği bir saatten once ya da sonra izlemek gibi. Ya da ‘yeri geldiğinde’ cama değil, oradaki kişinin baktığı yere bakmak gibi… Yani, filmdeki kişi bana baktığı anda, onun baktığı yere, herhalde arkama bakmak…  yazılmamış bir polis romanının abuk sabuk bir kişisi olarak ‘akıllıca’ davranmağa mı çalışıyordum, beceremediğim halde? Kendimi, belli etmeden, çimdiklemem gerekiyordu. Bütün bunlar bir düşte miydi?... hayır, uyumuyor, düş görmüyordum. ‘Ses mi gelir oldu kulaklarıma?’ tedirginliğim nasıl artmasın bu halime baktıkça? Kaseti usuma getirmekte neden sanki gecikmiştim o kadar? Bu –durup dururken- kayıverişimde, sürücünün payı var mıydı?”                                                                     (Bilge Karasu, Kılavuz)



Şıpın işi: aniden, cabuk





Sabuklamak: sacmalamak





Us: akıl, mantik




                                                                                             Merve Güngör