1-Aşağıda verilen deyimlerin anlamlarını açıklayıp birer cümlede
kullanınız.
A-Ekmeğine yağ sürmek
Açıklama:birine faydalı
olmak,başlanmış işi kolaylaştırmak
Örnek Cümle: Durmadan
onun ekmeğine yağ sürüyorsun!
B- Aba altından sopa göstermek
Açıklama: tehdit etmek
Örnek Cümle: Sakın onlara aba altından değnek göstermeye kalkma, yoksa kaçırırsın. x
C- Kim kime dum duma
Açıklama: kimse
kimsenin umrunda değil
Örnek Cümle: Bu dünyada kim kime, dum duma….
C- Gözü açık gitmek
Açıklama: istediğini
yapmadan ölmek
Örnek Cümle: Yazık oldu Ayşe hanıma, kızını evlendiremedi.
Gözü açık gitti.
2- Aşağıda birinci sütunda verilen deyimleri, ikinci sütunda verilen
açıklamalarla eşleştiriniz. Uygun harfleri ilgili kutucuğa yerleştiriniz.
1.
|
Deyimler
|
2.
|
Anlamları
|
A
|
Ekmeğine kan doğramak
|
C
|
Parasını bitirmek,
zarar edip batırmak.
|
B
|
Eli uzun
|
E
|
Hiç parası olmamak
|
C
|
Sermayeyi kediye
yüklemek
|
F
|
İlerlemeyen, gereksiz
bir işle uğraşmak.
|
D
|
Leyleği havada görmek
|
D
|
Çok gezmek.
|
E
|
Meteliğe kurşun atmak
|
A
|
Bir kimseyi acılar,
gözyaşları içinde bırakacak davranışta bulunmak.
|
F
|
Pösteki saymak
|
B
|
Fırsat buldukça
öteberi aşıran.
|
3-Aşağıdaki tümcelerde “ağız” sözcüğünün,
kullanıldığı yerlere göre kazandığı anlamları altındaki kutucuklara yazınız.
“Ağızları kopmuş bir çay takımının
arasına gizlenmiş, koyu renkli bir cildi oradan alarak bana uzattı.”
Çay takımın ağzı x
|
“Yemek yerken sürekli ağzını
şapırdatması sinirime dokunuyordu.”
Organ
|
“Ertesi gün
bazı gazeteler, bu haberi, yarı resmî
bir ağızla yalanladılar.”
Konuşma biçeni x
|
“Anlaşılmaz,
garip köylü ağızlarıyla
konuşuluyordu.”
Şive (ağız)
|
“Düne kadar Türkiye ekonomisinin
kırılgan olduğunu söyleyen piyasa profesörleri, bugün gerçekleri görerek ağız değiştirdi.”
Konuşma biçimini değiştirmek |
4-Aşağıdaki
tümcelerde “bırakmak” sözcüğünün kazandığı anlamları, boşluklara yazınız.
a.Kitapları şuraya bırak
koymak.
|
b.Ablası, okulu bırakmış
terk etmek.
|
c.Sigarayı ben de bıraktım vaz geçmek.
|
d.Beni sınıfta bırakamazsınız artık
geride kalmak. x
|
5- Aşağıdaki metinlerde altı çizili
sözcüklerin, metinde hangi anlamda kullanılmış olduklarını sözlük kullanmadan
yazınız.
a)“Turna katarları geçiyordu gölün
üstünden, gölgeleri maviye düşerek. Van Gölü günün her anında bir renk cümbüşüne yunup arınıyordu. Bir bakmışsın göl bir anda som turuncuya kesmiş, bir
turuncu şimseği gün doğudan girmiş, günbatıdan çıkmış. Bir turuncu düşü gibi.
Ve peri kızının başı turuncu şimşeğinin, dalgasının üstünde. Bir bakmışsın
gölün bir ucundan bir mor şimşeği girmiş, bütün gölü som mora boyayarak öteki
uçtan çıkmış, ak köpüklü dalgalarla bütün gölü sürükleyerek Süphandağı’nın
oralardan çekmiş, ağzına kadar çiçekle, turnalarla dolmuş Patnos Ovası’nda
durup kalmış. Bir bakmışsın göl som kırmızı çalkalanıyor, bir yanı dupduru bir
maviye keserek…”
(Yaşar
Kemal, Kimsecik)
Katar:
sürü
Cümbüş:
çeşit/buluşma
Yunmak:
yıkanmak
Som:
güçlü, yoğun x
b) “Tanyerleri ışıdı ışıyacaktı. Deniz sütlimandı, apaktı. Küreklerin
şıpırtısından başka ses yoktu. Martılar daha uyanmamıştı. Gün doğmadan
önceleri, dünya dümdüzken, deniz işte böyle sonsuz bir aklığa keser.
Poyraz
Musa dün akşamdan bu yana hemen hemen hiç soluk almadan, ince, telaşsız bir
uyumla kürek çekiyordu. Kimi zaman belli belirsiz bir yel esiyor, sonra
yitiveriyordu. Delikanlının ter kokusuna küreklerden gelen deniz kokusu
karışıyordu. Yorulmuştu ya aldırmıyordu. Denizin de apak kesildiğini görünce
avuçlarının acıdığını, yorgunluğunu, her şeyi unuttu. Seher yeliyle birlikte
içine, onu alıp uçuran bir sevinç geldi oturdu. Akşamdan beri sanki kürek
çekmiyormuşçasına birden canlandı, küreklere asıldı, altındaki kayık uçuyordu.
Deniz daha sütbeyazdı. Kayık, kürekler, gökyüzü, yıldızlar da apaktı. Poyraz
Musa da tepeden tırnağa apaktı. Karşı dağların ardı aydınlanınca deniz menevişledi. Denizin üstünde çok
mor, çok turuncu, çok yeşil, çok sarı, çok kırmızı ışıklar kaynaşmaya başladı.
Poyraz Musa, başını kaldırıp karşıya bakınca az ilerdeki adayı gördü, hızını
kesti, kayığı durdurdu, ayağa kalktı, kollarını açtı, derin bir soluk aldı,
kayık sağa sola hafiften sallanıyordu. Bir tansıkla
karşı karşıyaydı. Ada pespembe bir ışığa batmıştı. Pembe ışık denize yansımış
inceden dalgalanıyordu.” (Yaşar Kemal, Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana, Bir Ada Hikayesi 1)
Sütliman: sakin, düz
Meneviş: farklı bir halle
bürünmek x
Tansık: mucize
c)“Toplandı, önce
dudağı geldi eski yerine; ama gözlerinde o bulaşıklık
güç arındı. Okuması kötü değil. Ben gözlerine bakıyorum. Yeşil, yeşil ya, çipil bir yeşil bu. Tatsız.
Nasıl denir? İşte kurbağa yeşili, soğuk. Ergenlikleri de var. İnce keskin
dudakları. Ne çirkin çocuk. Çirkin ama bir çocuk körpeliği var onda, ya da bir
genç erkek duyarlığı. Bacağımı ondan yana uzatsam diyorum. Uzattım.
Kıpırdarken dizi bacağıma süründü. Bir kelimeyi yanlış okudu.
— İyi
bak o kelimeye, dedim.
“Düzeltti. Yüzüne
kan çıkıyor. Şimdi kalksam, arkasına geç-sem, kitaba eğilsem, göğsümü sırtına
bastırsam. Kıpırdamıyorum. Ağır bir hava var odada. Oysa ilkyaz daha. Bungun,
ağır, sıkıntılı bir hava bu. Necati hep okuyor. Kurbağa sesi gibi. Nasıl da
benziyor kurbağaya. Bir tiksinti, bir bulantı kabarıyor içimde. Kendimden
iğreniyorum. Ses kesildi.
Kalktım pencereyi
açtım. Şu sıkıntılı hava dağılsın. (Yusuf
Atılgan, Evdeki)
Bulaşık:
çaresiy x
Çipil:
kirli, pis
İlkyaz:
yazın başı
Bungun:sıkıntılı
d) “Ölümünün
üzerinden şu kadar yıl geçmişti. Geceleri -geç vakit- odama girdiğimde duyarlığımın titreyerek,
ürpertiyle beklediği bilinmez bir çıtırtı, yürürken kağşayan döşeme tahtalarının çıkardığı belirsiz bir inilti,
birdenbire, kocaman bir korku gibi, saklandığı yerden çıkarıyor, yeniden
yaşatmaya başlıyordu onu. Karanlık, onu daha da duyulur, görülür kılıyordu
sanki. Bunu önlemek için eve girince oda kapısının önünde bir an bekliyor,
sonar kapıyı açar açmaz ilk işim, gözlerimi yumup kapının girişindeki elektrik
düğmesine basıp ışığı yakmak oluyordu. Biraz bekledikten sonar yüreğimin delice
atışları arasında, onsuz olmasını dilediğimi odayı –evet- onsuz buluyordum.” (Erdal Öz, Odalarda)
Duyarlık: hassaslık
Kağşamak: esnemek x
e)
“Saçmalıyordum.
Sürücünün filmini şıpın işi
çevirmiştim ya, şimdi de kaset üzerine sabukluyordum.
Oysa o sabaha dek –haydi, düşleri saymayalım- kendimi akıllı uslu bir adam
bilmiştim. İş işten geçecekti ama-biri kulağıma fısıldıyordu sanki- kötülükten
–her neyse o- korunmanın bir yolu vardı belki. Kaseti, bakmamın beklenebileceği
bir saatten once ya da sonra izlemek gibi. Ya da ‘yeri geldiğinde’ cama değil,
oradaki kişinin baktığı yere bakmak gibi… Yani, filmdeki kişi bana baktığı
anda, onun baktığı yere, herhalde arkama bakmak… yazılmamış bir polis romanının abuk sabuk bir
kişisi olarak ‘akıllıca’ davranmağa mı çalışıyordum, beceremediğim halde?
Kendimi, belli etmeden, çimdiklemem gerekiyordu. Bütün bunlar bir düşte
miydi?... hayır, uyumuyor, düş görmüyordum. ‘Ses mi gelir oldu kulaklarıma?’
tedirginliğim nasıl artmasın bu halime baktıkça? Kaseti usuma getirmekte neden sanki gecikmiştim o kadar? Bu –durup
dururken- kayıverişimde, sürücünün payı var mıydı?”
(Bilge Karasu, Kılavuz)
Şıpın işi: aniden, çabuk
Sabuklamak: saçmalamak
Us: uysallık, akıl, mantık