1-Aşağıda
verilen deyimlerin anlamlarını
açıklayıp birer cümlede kullanınız.
A-Ekmeğine yağ sürmek
Açıklama: Kişi özellikle istemediği halde onun işine
yarayacak şekilde davranmak.
Örnek Cümle: Murat’ın aldığı bu hisseler,
hisselerini yabancı bir holdinge kaptırmak istemeyen Pir Holding’in ekmeğine
yağ sürdü.
B- Aba altından sopa
göstermek
Açıklama: Sakin görünüp, üstü kapalı tehdit ve
sözlerle karşısındakini korkutmak, tedirgin etmek.
Örnek Cümle: Hasan Dayı, tehditkâr sözleriyle aba altından
sopa göstererek Ali’nin tir tir titremesine sebep oldu. 3
C- Kim kime dum duma
Açıklama: Çok kalabalık ve karmaşık, insanların
birbirini önemsemediği bir ortamı anlatmak için kullanılır.
Örnek Cümle: Akşamki partide kim kime dum duma, üç
yüz davetli her biri ayrı bir telden çalarak dans ediyorlardı.
C- Gözü açık gitmek
Açıklama: İstediği dileği gerçekleşmeden vefat
etmek.
Örnek Cümle: Anneannesi, torununun mürüvvetini göremeden gözü açık
gitti.
2- Aşağıda birinci
sütunda verilen deyimleri, ikinci sütunda verilen açıklamalarla eşleştiriniz.
Uygun harfleri ilgili kutucuğa yerleştiriniz.
1.
|
Deyimler
|
2.
|
Anlamları
|
A
|
Ekmeğine
kan doğramak
|
C
|
Parasını
bitirmek, zarar edip batırmak.
|
B
|
Eli
uzun
|
E
|
Hiç
parası olmamak
|
C
|
Sermayeyi
kediye yüklemek
|
F
|
İlerlemeyen,
gereksiz bir işle uğraşmak.
|
D
|
Leyleği
havada görmek.
|
D
|
Çok
gezmek.
|
E
|
Meteliğe
kurşun atmak
|
A
|
Bir
kimseyi acılar, gözyaşları içinde bırakacak davranışta bulunmak.
|
F
|
Pösteki
saymak
|
B
|
Fırsat
buldukça öteberi aşıran.
|
3-Aşağıdaki tümcelerde “ağız” sözcüğünün,
kullanıldığı yerlere göre kazandığı anlamları altındaki kutucuklara yazınız.
“Ağızları
kopmuş bir çay takımının arasına gizlenmiş, koyu renkli bir cildi oradan alarak
bana uzattı.”
Çay
bardağının, çayın dışarı dökülmeden bardağa dökülmesini sağlayan, dışarı
doğru çukurumsu kısmı.
|
“Yemek yerken sürekli ağzını şapırdatması sinirime
dokunuyordu.”
Beslenmeyi, ses çıkarmayı, solunum yapmayı
sağlayan yüzümüzdeki organ.
|
“Ertesi gün bazı gazeteler, bu
haberi, yarı resmî bir ağızla yalanladılar.”
Üslup, ifade biçimi.
|
“Anlaşılmaz,
garip köylü ağızlarıyla
konuşuluyordu.”
Bir dilin veya lehçenin daha az farklılıklar
gösteren, daha çok konuşmada ortaya çıkan, şehirden şehre, bölgeden bölgeye
değişebilen küçük kollarıdır.
|
“Düne kadar Türkiye ekonomisinin kırılgan olduğunu söyleyen piyasa
profesörleri, bugün gerçekleri görerek ağız
değiştirdi.”
Taraf
değiştirmek, ilk başta savunduğu düşünceye zıt olan bir düşünceyi savunmak.
|
4-Aşağıdaki tümcelerde “bırakmak”
sözcüğünün kazandığı anlamları, boşluklara yazınız.
a.Kitapları şuraya bırak Elindeki nesneyi bir yere koymak.
|
b.Ablası, okulu bırakmış Eğitimini yarıda bırakmak.
|
c.Sigarayı ben de bıraktım Bir
alışkanlıktan vazgeçmek, kurtulmak.
|
d.Beni sınıfta bırakamazsınız
artık Sınıf geçirmemek.
|
5- Aşağıdaki metinlerde altı
çizili sözcüklerin, metinde hangi anlamda kullanılmış olduklarını sözlük
kullanmadan yazınız.
a)“Turna
katarları geçiyordu gölün
üstünden, gölgeleri maviye düşerek. Van Gölü günün her anında bir renk cümbüşüne yunup arınıyordu. Bir bakmışsın göl bir anda som turuncuya kesmiş, bir
turuncu şimseği gün doğudan girmiş, günbatıdan çıkmış. Bir turuncu düşü gibi.
Ve peri kızının başı turuncu şimşeğinin, dalgasının üstünde. Bir bakmışsın
gölün bir ucundan bir mor şimşeği girmiş, bütün gölü som mora boyayarak öteki
uçtan çıkmış, ak köpüklü dalgalarla bütün gölü sürükleyerek Süphandağı’nın
oralardan çekmiş, ağzına kadar çiçekle, turnalarla dolmuş Patnos Ovası’nda
durup kalmış. Bir bakmışsın göl som kırmızı çalkalanıyor, bir yanı dupduru bir
maviye keserek…”
(Yaşar Kemal, Kimsecik)
Katar: Sürü.
Cümbüş: Neşe, canlılık.
Yunmak: Yıkanmak.
Som: Saf, içine bir şey
katılmamış.
b) “Tanyerleri ışıdı ışıyacaktı.
Deniz sütlimandı, apaktı.
Küreklerin şıpırtısından başka ses yoktu. Martılar daha uyanmamıştı. Gün
doğmadan önceleri, dünya dümdüzken, deniz işte böyle sonsuz bir aklığa keser.
Poyraz Musa dün akşamdan bu yana
hemen hemen hiç soluk almadan, ince, telaşsız bir uyumla kürek çekiyordu. Kimi
zaman belli belirsiz bir yel esiyor, sonra yitiveriyordu. Delikanlının ter
kokusuna küreklerden gelen deniz kokusu karışıyordu. Yorulmuştu ya
aldırmıyordu. Denizin de apak kesildiğini görünce avuçlarının acıdığını, yorgunluğunu,
her şeyi unuttu. Seher yeliyle birlikte içine, onu alıp uçuran bir sevinç geldi
oturdu. Akşamdan beri sanki kürek çekmiyormuşçasına birden canlandı, küreklere
asıldı, altındaki kayık uçuyordu. Deniz daha sütbeyazdı. Kayık, kürekler,
gökyüzü, yıldızlar da apaktı. Poyraz Musa da tepeden tırnağa apaktı. Karşı
dağların ardı aydınlanınca deniz menevişledi.
Denizin üstünde çok mor, çok turuncu, çok yeşil, çok sarı, çok kırmızı ışıklar
kaynaşmaya başladı. Poyraz Musa, başını kaldırıp karşıya bakınca az ilerdeki
adayı gördü, hızını kesti, kayığı durdurdu, ayağa kalktı, kollarını açtı, derin
bir soluk aldı, kayık sağa sola hafiften sallanıyordu. Bir tansıkla karşı karşıyaydı. Ada pespembe bir ışığa batmıştı.
Pembe ışık denize yansımış inceden dalgalanıyordu.” (Yaşar Kemal, Fırat Suyu Kan
Akıyor Baksana, Bir Ada Hikayesi 1)
Sütliman: Durgun, dalgasız.
Meneviş: Renk.
Tansık: Şaşırtıcı durum.
c)“Toplandı, önce
dudağı geldi eski yerine; ama gözlerinde o bulaşıklık
güç arındı. Okuması kötü değil. Ben gözlerine bakıyorum. Yeşil, yeşil ya, çipil bir yeşil bu. Tatsız.
Nasıl denir? İşte kurbağa yeşili, soğuk. Ergenlikleri de var. İnce keskin
dudakları. Ne çirkin çocuk. Çirkin ama bir çocuk körpeliği var onda, ya da bir
genç erkek duyarlığı. Bacağımı ondan yana uzatsam diyorum. Uzattım.
Kıpırdarken dizi bacağıma süründü. Bir kelimeyi yanlış okudu.
— İyi
bak o kelimeye, dedim.
“Düzeltti. Yüzüne
kan çıkıyor. Şimdi kalksam, arkasına geç-sem, kitaba eğilsem, göğsümü sırtına
bastırsam. Kıpırdamıyorum. Ağır bir hava var odada. Oysa ilkyaz daha. Bungun,
ağır, sıkıntılı bir hava bu. Necati hep okuyor. Kurbağa sesi gibi. Nasıl da
benziyor kurbağaya. Bir tiksinti, bir bulantı kabarıyor içimde. Kendimden
iğreniyorum. Ses kesildi.
Kalktım pencereyi
açtım. Şu sıkıntılı hava dağılsın. (Yusuf Atılgan,
Evdeki)
Bulaşık: Bulanıklık,
karmaşıklık. x
Çipil: Yosun,
bataklık. x
İlkyaz: İlkbahar.
Bungun: Sıkıntılı,
kasvetli.
d) “Ölümünün üzerinden şu kadar yıl geçmişti.
Geceleri -geç vakit- odama girdiğimde duyarlığımın
titreyerek, ürpertiyle beklediği bilinmez bir çıtırtı, yürürken kağşayan döşeme tahtalarının
çıkardığı belirsiz bir inilti, birdenbire, kocaman bir korku gibi, saklandığı
yerden çıkarıyor, yeniden yaşatmaya başlıyordu onu. Karanlık, onu daha da
duyulur, görülür kılıyordu sanki. Bunu önlemek için eve girince oda kapısının
önünde bir an bekliyor, sonar kapıyı açar açmaz ilk işim, gözlerimi yumup
kapının girişindeki elektrik düğmesine basıp ışığı yakmak oluyordu. Biraz
bekledikten sonar yüreğimin delice atışları arasında, onsuz olmasını dilediğimi
odayı –evet- onsuz buluyordum.” (Erdal
Öz, Odalarda)
Duyarlık: Duyarlılık, tepki
gösterebilme yeteneği.
Kağşamak: Eskimek,
yıpranmak.
e) “Saçmalıyordum. Sürücünün filmini şıpın işi çevirmiştim ya, şimdi
de kaset üzerine sabukluyordum.
Oysa o sabaha dek –haydi, düşleri saymayalım- kendimi akıllı uslu bir adam
bilmiştim. İş işten geçecekti ama-biri kulağıma fısıldıyordu sanki- kötülükten
–her neyse o- korunmanın bir yolu vardı belki. Kaseti, bakmamın beklenebileceği
bir saatten once ya da sonra izlemek gibi. Ya da ‘yeri geldiğinde’ cama değil,
oradaki kişinin baktığı yere bakmak gibi… Yani, filmdeki kişi bana baktığı
anda, onun baktığı yere, herhalde arkama bakmak… yazılmamış bir polis romanının abuk sabuk bir
kişisi olarak ‘akıllıca’ davranmağa mı çalışıyordum, beceremediğim halde? Kendimi,
belli etmeden, çimdiklemem gerekiyordu. Bütün bunlar bir düşte miydi?... hayır,
uyumuyor, düş görmüyordum. ‘Ses mi gelir oldu kulaklarıma?’ tedirginliğim nasıl
artmasın bu halime baktıkça? Kaseti usuma
getirmekte neden sanki gecikmiştim o kadar? Bu –durup dururken- kayıverişimde,
sürücünün payı var mıydı?”
(Bilge Karasu, Kılavuz)
Şıpın işi: Kolayca ve çabuk
yapılan.
Sabuklamak: Abuk sabuk
sözler söylemek, saçmalamak.
Us: Akıl.
Melis Öcal