Türkçeyi Hissediyorum, ODTÜ Geliştirme Vakfı Özel Lisesi’nin “Türkçeyi Hissediyorum.” projesine ait bir web günlüğüdür. Proje, yurt dışında doğan, yaşam, bilgi ve deneyimleri yaşadıkları ülkenin diliyle biçimlenen “üçüncü kuşak”tan bir grup gence, dil aracılığıyla ulaşmayı; onlara, Türkçenin söz varlığını ve anlatım zenginliğini hissettirmeyi hedeflemektedir.

04 Mart 2012


1-Aşağıda verilen deyimlerin anlamlarını açıklayıp birer cümlede kullanınız.

A-Ekmeğine yağ sürmek 



Açıklama: Kişi özellikle istemediği halde onun işine yarayacak şekilde davranmak.



Örnek Cümle: Murat’ın aldığı bu hisseler, hisselerini yabancı bir holdinge kaptırmak istemeyen Pir Holding’in ekmeğine yağ sürdü.



B- Aba altından sopa göstermek

Açıklama: Sakin görünüp, üstü kapalı tehdit ve sözlerle karşısındakini korkutmak, tedirgin etmek.



Örnek Cümle: Hasan Dayı, tehditkâr sözleriyle aba altından sopa göstererek Ali’nin tir tir titremesine sebep oldu. 3



C- Kim kime dum duma

Açıklama: Çok kalabalık ve karmaşık, insanların birbirini önemsemediği bir ortamı anlatmak için kullanılır.



Örnek Cümle: Akşamki partide kim kime dum duma, üç yüz davetli her biri ayrı bir telden çalarak dans ediyorlardı.



C- Gözü açık gitmek

Açıklama: İstediği dileği gerçekleşmeden vefat etmek.



Örnek Cümle: Anneannesi, torununun mürüvvetini göremeden gözü açık gitti.


2- Aşağıda birinci sütunda verilen deyimleri, ikinci sütunda verilen açıklamalarla eşleştiriniz. Uygun harfleri ilgili kutucuğa yerleştiriniz.

1.
Deyimler
2.
Anlamları
A
Ekmeğine kan doğramak
C
Parasını bitirmek, zarar edip batırmak.
B
Eli uzun
E
Hiç parası olmamak
C
Sermayeyi kediye yüklemek
F
İlerlemeyen, gereksiz bir işle uğraşmak.
D
Leyleği havada görmek.
D
Çok gezmek.
E
Meteliğe kurşun atmak
A
Bir kimseyi acılar, gözyaşları içinde bırakacak davranışta bulunmak.
F
Pösteki saymak
B
Fırsat buldukça öteberi aşıran.

3-Aşağıdaki tümcelerde “ağız” sözcüğünün, kullanıldığı yerlere göre kazandığı anlamları altındaki kutucuklara yazınız.



Ağızları kopmuş bir çay takımının arasına gizlenmiş, koyu renkli bir cildi oradan alarak bana uzattı.”

 Çay bardağının, çayın dışarı dökülmeden bardağa dökülmesini sağlayan, dışarı doğru çukurumsu kısmı.




“Yemek yerken sürekli ağzını şapırdatması sinirime dokunuyordu.”

 Beslenmeyi, ses çıkarmayı, solunum yapmayı sağlayan yüzümüzdeki organ.





Ertesi gün bazı gazeteler, bu haberi,  yarı resmî bir ağızla yalanladılar.”

 Üslup, ifade biçimi.


Anlaşılmaz, garip köylü ağızlarıyla konuşuluyordu.

Bir dilin veya lehçenin daha az farklılıklar gösteren, daha çok konuşmada ortaya çıkan, şehirden şehre, bölgeden bölgeye değişebilen küçük kollarıdır.






Düne kadar Türkiye ekonomisinin kırılgan olduğunu söyleyen piyasa profesörleri, bugün gerçekleri görerek ağız değiştirdi.


Taraf değiştirmek, ilk başta savunduğu düşünceye zıt olan bir düşünceyi savunmak.

 

 




4-Aşağıdaki tümcelerde “bırakmak” sözcüğünün kazandığı anlamları, boşluklara yazınız.

     

a.Kitapları şuraya bırak    Elindeki nesneyi bir yere koymak. 
b.Ablası, okulu bırakmış   Eğitimini yarıda bırakmak.
c.Sigarayı ben de bıraktım Bir alışkanlıktan vazgeçmek, kurtulmak.
d.Beni sınıfta bırakamazsınız artık   Sınıf geçirmemek.



5- Aşağıdaki metinlerde altı çizili sözcüklerin, metinde hangi anlamda kullanılmış olduklarını sözlük kullanmadan yazınız.



a)“Turna katarları geçiyordu gölün üstünden, gölgeleri maviye düşerek. Van Gölü günün her anında bir renk cümbüşüne yunup arınıyordu. Bir bakmışsın göl bir anda som turuncuya kesmiş, bir turuncu şimseği gün doğudan girmiş, günbatıdan çıkmış. Bir turuncu düşü gibi. Ve peri kızının başı turuncu şimşeğinin, dalgasının üstünde. Bir bakmışsın gölün bir ucundan bir mor şimşeği girmiş, bütün gölü som mora boyayarak öteki uçtan çıkmış, ak köpüklü dalgalarla bütün gölü sürükleyerek Süphandağı’nın oralardan çekmiş, ağzına kadar çiçekle, turnalarla dolmuş Patnos Ovası’nda durup kalmış. Bir bakmışsın göl som kırmızı çalkalanıyor, bir yanı dupduru bir maviye keserek…”

(Yaşar Kemal, Kimsecik)




Katar: Sürü.

Cümbüş: Neşe, canlılık.

Yunmak: Yıkanmak.

Som: Saf, içine bir şey katılmamış.



b) “Tanyerleri ışıdı ışıyacaktı. Deniz sütlimandı, apaktı. Küreklerin şıpırtısından başka ses yoktu. Martılar daha uyanmamıştı. Gün doğmadan önceleri, dünya dümdüzken, deniz işte böyle sonsuz bir aklığa keser.

Poyraz Musa dün akşamdan bu yana hemen hemen hiç soluk almadan, ince, telaşsız bir uyumla kürek çekiyordu. Kimi zaman belli belirsiz bir yel esiyor, sonra yitiveriyordu. Delikanlının ter kokusuna küreklerden gelen deniz kokusu karışıyordu. Yorulmuştu ya aldırmıyordu. Denizin de apak kesildiğini görünce avuçlarının acıdığını, yorgunluğunu, her şeyi unuttu. Seher yeliyle birlikte içine, onu alıp uçuran bir sevinç geldi oturdu. Akşamdan beri sanki kürek çekmiyormuşçasına birden canlandı, küreklere asıldı, altındaki kayık uçuyordu. Deniz daha sütbeyazdı. Kayık, kürekler, gökyüzü, yıldızlar da apaktı. Poyraz Musa da tepeden tırnağa apaktı. Karşı dağların ardı aydınlanınca deniz menevişledi. Denizin üstünde çok mor, çok turuncu, çok yeşil, çok sarı, çok kırmızı ışıklar kaynaşmaya başladı. Poyraz Musa, başını kaldırıp karşıya bakınca az ilerdeki adayı gördü, hızını kesti, kayığı durdurdu, ayağa kalktı, kollarını açtı, derin bir soluk aldı, kayık sağa sola hafiften sallanıyordu. Bir tansıkla karşı karşıyaydı. Ada pespembe bir ışığa batmıştı. Pembe ışık denize yansımış inceden dalgalanıyordu.”              (Yaşar Kemal, Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana, Bir Ada Hikayesi 1)



Sütliman: Durgun, dalgasız.



Meneviş: Renk.



Tansık: Şaşırtıcı durum.





c)“Toplandı, önce dudağı geldi eski yerine; ama gözlerinde o bulaşıklık güç arındı. Okuması kötü değil. Ben gözlerine bakı­yorum. Yeşil, yeşil ya, çipil bir yeşil bu. Tatsız. Nasıl denir? İşte kurbağa yeşili, soğuk. Ergenlikleri de var. İnce keskin dudakla­rı. Ne çirkin çocuk. Çirkin ama bir çocuk körpeliği var onda, ya da bir genç erkek duyarlığı. Bacağımı ondan yana uzatsam di­yorum. Uzattım. Kıpırdarken dizi bacağıma süründü. Bir keli­meyi yanlış okudu.

   İyi bak o kelimeye, dedim.

“Düzeltti. Yüzüne kan çıkıyor. Şimdi kalksam, arkasına geç-sem, kitaba eğilsem, göğsümü sırtına bastırsam. Kıpırdamıyo­rum. Ağır bir hava var odada. Oysa ilkyaz daha. Bungun, ağır, sıkıntılı bir hava bu. Necati hep okuyor. Kurbağa sesi gibi. Na­sıl da benziyor kurbağaya. Bir tiksinti, bir bulantı kabarıyor içimde. Kendimden iğreniyorum. Ses kesildi.

Kalktım pencereyi açtım. Şu sıkıntılı hava dağılsın.                                 (Yusuf Atılgan, Evdeki)



Bulaşık: Bulanıklık, karmaşıklık. x

Çipil: Yosun, bataklık. x

İlkyaz: İlkbahar.

Bungun: Sıkıntılı, kasvetli.

d) “Ölümünün üzerinden şu kadar yıl geçmişti. Geceleri -geç vakit- odama girdiğimde duyarlığımın titreyerek, ürpertiyle beklediği bilinmez bir çıtırtı, yürürken kağşayan döşeme tahtalarının çıkardığı belirsiz bir inilti, birdenbire, kocaman bir korku gibi, saklandığı yerden çıkarıyor, yeniden yaşatmaya başlıyordu onu. Karanlık, onu daha da duyulur, görülür kılıyordu sanki. Bunu önlemek için eve girince oda kapısının önünde bir an bekliyor, sonar kapıyı açar açmaz ilk işim, gözlerimi yumup kapının girişindeki elektrik düğmesine basıp ışığı yakmak oluyordu. Biraz bekledikten sonar yüreğimin delice atışları arasında, onsuz olmasını dilediğimi odayı –evet- onsuz buluyordum.”   (Erdal Öz, Odalarda)



Duyarlık: Duyarlılık, tepki gösterebilme yeteneği.





Kağşamak: Eskimek, yıpranmak.





e) “Saçmalıyordum. Sürücünün filmini şıpın işi çevirmiştim ya, şimdi de kaset üzerine sabukluyordum. Oysa o sabaha dek –haydi, düşleri saymayalım- kendimi akıllı uslu bir adam bilmiştim. İş işten geçecekti ama-biri kulağıma fısıldıyordu sanki- kötülükten –her neyse o- korunmanın bir yolu vardı belki. Kaseti, bakmamın beklenebileceği bir saatten once ya da sonra izlemek gibi. Ya da ‘yeri geldiğinde’ cama değil, oradaki kişinin baktığı yere bakmak gibi… Yani, filmdeki kişi bana baktığı anda, onun baktığı yere, herhalde arkama bakmak…  yazılmamış bir polis romanının abuk sabuk bir kişisi olarak ‘akıllıca’ davranmağa mı çalışıyordum, beceremediğim halde? Kendimi, belli etmeden, çimdiklemem gerekiyordu. Bütün bunlar bir düşte miydi?... hayır, uyumuyor, düş görmüyordum. ‘Ses mi gelir oldu kulaklarıma?’ tedirginliğim nasıl artmasın bu halime baktıkça? Kaseti usuma getirmekte neden sanki gecikmiştim o kadar? Bu –durup dururken- kayıverişimde, sürücünün payı var mıydı?”                                                                    
                                                                                                          (Bilge Karasu, Kılavuz)



Şıpın işi: Kolayca ve çabuk yapılan.



Sabuklamak: Abuk sabuk sözler söylemek, saçmalamak.

Us: Akıl.



                                                                                                                 Melis Öcal